KİTABIN ADI Bir Mahzun Büyücü
KİTABIN YAZARI REŞAT NURİ GÜNTEKİN
YAYIN EVİ
SAYFA SAYISI
KİTABIN KONUSU:
Acımak, Reşat Nuri Güntekin’in 1928 yılında basılan kısa soluklu romanı. Eser küçük yaşta gördüğü kötü muamelelerden dolayı acıma duygusu olmayan bir öğretmeninin babasının vefatından sonra onun günlüğü okuyarak babası ve hayatı hakkındaki gerçekleri öğrenmesini konu alır.
KİTABIN ÖZETİ:
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Pireler berber, develer tellal iken. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.
Uzak, çok uzak diyarlardan birinde Godosh adında güçlü bir büyücü varmış. Tüm hayali, tanrılara kafa tutmakmış. Orada, yukarılarda bir yerlerde, aşağıya sırıtıp, kâh esen, kâh gürleyen tanrıların façasını bozup, Godosh’un kim olduğunu cümle aleme göstermek için çalışmış didinmiş. En sonunda bu işi yapabilecek güce ve bilgiye sahip olduğuna karar verdiği gün, girmiş büyü odasına ve başlamış, bu zor ve bir o kadar güçlü büyünün sözlerini bağırmaya.
Büyü sözlerinin sonu geldiğinde, etrafını durmadan dönen, mavi, minik noktacıklar sarmış. İşte o zaman Godosh bir şeylerin ters gittiğini anlamış, anlamış anlamasına ama heyhat… Artık çok geçmiş.
Birden, yer gök kararmış, bir sis etrafı kaplamış, mavi noktalar yeşile çalıp, önünde bir yol oluvermiş. O durmuş yol gitmiş… O durmuş yol gitmiş, sonunda yol, bir garip kapıya varmış. Varmış da bu densiz yol, anlı şanlı Büyücü Godosh’u üstünden doğruca kapıya fırlatmış.
Godosh gözlerini, garip binalarla kaplı, garip elbiseli adamların etrafta cirit attığı, garip bir memlekette bulmuş. Bulmuş bulmasına ya, hala nerede olduğunu bilmiyormuş. O hala kendi dünyasında bilmediği bir yerlerde olduğunu sanıyormuş. Godosh sanadursun, aslında şu an kendi memleketinden çok ama çok uzaklarda, İstanbul’un Unkapanı semtinin arka sokaklarındaymış…
Godosh bakmış bakmış, bu geldiği yerden hiçbir şey anlamamış. O da biraz yürümeye başlamış, hiç görmediği dükkanların, kale büyüklüğündeki binaların yanından geçmiş, birçok insanın yürüdüğü geniş bir alana çıkmış. İnsanlar bir çığ gibi geliyormuş. Godosh buradan korkmuş, kendi evine geri dönmek istiyormuş. Yoldan geçen insanlarla konuşmaya çalışmış.
“Bayım, bakar mısınız? Ah, pardon hanımefendi, bayım!!!”
İnsanlar onu dinlemiyormuş, durmadan yürüyorlarmış.
“Bu işten sıkıldım artık!” diyerek bir büyü yapmaya başlamış Godosh. Ancak yapamamış.
Artık bıkkın bir şekilde yandaki dükkanlardan birine girmiş.
“Buyurun ,neye bakmıştınız??”
Godosh uzunca bir süre etrafa bakınmış durmuş. Koca koca sandalyelerin ve boydan boya aynaların, bu ufak odaya ilginç bir hava kattığını düşünmüş.
Adam, eliyle sandalyeyi göstererek, biraz da alay edercesine sormuş, “Buyur dayı, saç, sakal hangisi?”
Godosh adamın ne dediğini anlayamamış ama kudretli bir büyücü olarak bilmediği bir dille karşılaşması onu bir hayli şaşırtmış. Fakat büyücü adamın ortak dili bildiğine eminmiş, bu alaylı hali Godosh’u sinirlendirmiş elbet. Nasıl sinirlendirmesin, O ki, buraların en büyük büyücüsüymüş, “Hemen bana ortak dilde, burasının neresi olduğunu söyle, yoksa… yoksa seni maymuna çeviririm!”
Adam saf saf bakmış bizim büyücüye ve bu sohbetten sıkıldığını hiç te gizlemeyerek, “Bela mısın kardeşim?” diye terslemiş.
Büyücü bu sözleri de anlamamış haliyle ve bu sefer şaşırmış basbayağı. Bu şaşkınlık bakışlarına da aksedince, adam tekrar atılmış ve sanki bağırdığında muhatabı anlayacakmış gibi bağırarak, “bela diyorum bela… bela mısın?” demiş. Ardından da bir kahkaha atıp, “Maymuna çevirdin bizi be dayı!” diye eklemiş. Sonra eline gazetesini tekrar alıp, sanki büyücü orada değilmiş de, kendi kendine konuşuyormuşçasına sesli sesli mırıldanmaya başlamış, “Bak! zaten dolar da fırlamış yine…”
Bu sözleri duyunca Godosh’un gözleri fal taşı misali açılıvermiş. Fırlamış dükkândan ve kendini kimsenin olmadığı bir sokağın kenarında, pis bir duvara yaslanırken bulmuş. Düşünmüş seslice, “Bu adam gerçekten ortak lisanı bilmiyor, belki de burada ortak lisan konuşulmuyordur.” Sonra aklına adamın lafları gelmiş ve etrafını kolaçan etmekten alamamış kendini. “Ah! Ah!” demiş “Bilmeliydim bu işlerin ardında Kötülükler Tanrısı doların olduğunu…”
“Eeeaaak!” diye bağırmış büyücü: “Ne berbat bir koku, burada biraz daha durursam sanırım öleceğim.”
Kalın cübbesine sarılarak dar sokakta yürümeye başlamış. Taa ki koca göbekli, uzun boylu, saçı sakalı birbirine karışmış bir adama çarpana dek. Gözü dönmüş bir şekilde adama bağıran büyücü, büyü yapmak için asasını kaldırdığında adamın sert yumruğu ile karşılaşmış. Afallamış bir şekilde yerde yatan Godosh, adamın konuştuğunu duyabiliyormuş: “Bizim babalığı gördün mü, çetin çeviz çıktı.” Diyormuş yanındakine. Büyücünün ise bu olaydan tek anlayabildiği bu kelimeleri izleyen kahkalarmış. Zaten bu da onun için yeterliymiş. Şişman adam yaklaşmış ve “Kalk!” diye bağırmış. Cevap, masum bir bakışmış. Adam yine konuşmuş: “Hiç bu ayaklara yatma babalık, bu benim için ilk değil!” Yine aynı cevap. “Eeee, sıktın ama kaldırın şu adamı.” Godosh temasdan kaçınmış fakat kurtulamayacağını da biliyormuş. Adam yine konuşmuş: “Şimdi kılığın, kıyafetin gösteriyor ki, zengin züppelerdensin, çıkar cüzdanı da görelim manileri…”
Büyücü konuşmuyormuş. Sadece adamın gözlerinin içine bakmakla yetiniyormuş. Adam tekrar başlamış: “Madem sen vermeyeceksin, biz de…”
“İşte!” diye bağırmış büyücü. Aynı anda şişman olan adamın da anlamadığı bir dilde bu sözü mırıldandığını hatırlamış. İşe yarıyormuş, büyücünün doğum hakkı olan bu yeteneği bu dünyada da işe yarıyormuş: Gözlere bakarak kontrolü ele geçirme. Bu yeteneğini kendi dünyasında pek kullanmazmış. Çünkü çevresindekilerin neredeyse hepsi bu saldırıya karşı dirençliymiş. Fakat görünen o ki, bu dünyada işe yarıyormuş. Büyücü tekrar konuşmuş, aynı anda adam da: “Şimdi gidiyoruz. Bu adamı burada bırakacağız ve bir daha da dokunmayacağız, anlaşıldı mı?” Godosh yanındaki adamların temaslarının gevşediğini hissedebiliyormuş. Tekrar konuşmuş: “Şimdi gidiyoruz. Ama önce bu adamın burdan gitmesine izin vereceğiz. Şimdi hadi git!” Büyücü şimdi tamamen serbest kalmış. Hızlı yürümeye başlamış. Sokaktan dönünce kontrolü bırakmış. Adam kendine dönmüş. Büyücü yürürken arkasındaki bağırışları duyabiliyormuş…
(…)
Godosh, sokakta yürümeye devam etmiş. Gece olana kadar dolaşmış. Gece karanlıkta yollar onu garip bir yere götürmüş. Bir otoyolun ortasına.Birçok araba vınlayarak geçiyormuş. Godosh da yoldan karşıya geçmek için kendini yola atmış. Ancak tam bir araba ona çarpacakken biri onu geri çekmiş.
“Hemşerim ne yapıyorsun?”
Godosh adama bakmış. Bu adamı bıyıklı ve pis sakallı bir adammış. “Adın ne senin?” demiş adam.
“Godosh.”
“Ne???”
“Godosh.Go-dosh.”
“Dalga mı geçiyorsun benle lan dingil!”
“Dingil?”
“Git işine kardeşim akşam akşam. Tövbe tövbe godoşmuş…”
Adam Godosh’u olduğu yerde bırakıp uzaklaşmış. Godosh da öbür tarafında duran iki kadının yanına gitmiş…
Yanlarına yaklaştıkça kadınların çok fizikli oldukları gözüne çarpmış (hatta aparkat yemiş demek daha uygun)herhalde kendi diyarında en az 10 öküz eder diye düşünmüş.
Kadınlardan biri: “Ayol çekinme canım gel yemeyiz biz seni!” demiş.
Öteki:”Ahihi yemeyiz tabii!”
Kadınların yanına gittiğinde bir motor sesi duymuş ve mavi boyalı 4 tekerlekli garip bir araç (demin yoldan geçenlerden en büyük farkı büyük ve mavi olmasıymış) oraya doğru geliyormuş.
“Sarıyer! Sarıyer bir kişi! Sarıyer kalmasın!!”
Godosh adamın yanına gitmiş.
“Sen! Şu koca şey ne?”
“Sarıyer hemşerim Sarıyer, duymadın mı? Atla! Bir kişilik yer var!!”
Adam Godosh’u kolundan tutup koca aracın içine atmış.
Godosh da boş bulduğu bir yere oturmuş.En öndeki adam Godosh’a sormuş:
“Nerde inicen abi?”Godosh anlamamış normal olarak. Kendi dilinde:
“Efendim?” demiş.
“Nerde ineceksin diye soruyorum?”
“Nasıl yani?”
Adam yanındakine dönmüş.” Sarhoş bu galiba. Parası da yoktur, yazık…”
“Abicim ben seni sanayide atarım tamam mı?
“…”
Araç ilerlemeye başlamış. Godosh heyecanlıymış. “Az önce dışardan gördüğüm koca şeyler demek ki bir yerden bir yere gitmeye yarıyormuş, “diye düşünmüş. Araba yol almaya devam etmiş…
Devasa araç kah hızlı kah yavaş, kah düzgün kah sallantılı ilerlemiş Godosh’un hayranlıkla izlediği yollarda. Gecenin kararttığı binalar gözüne şeytani gelse, yüreğine korku salsa da heyecanla izlemiş etrafı.
Bir müddet sonra da başlamış kara kara düşünmeye. Ama heyhat, boşa koysa dolmuyor, doluya koysa almıyormuş, işin içinden bir türlü çıkamıyormuş.
Farkında olmadan kendi kendine fısıldayarak konuşmaya başlamış, “Belki de gelecekteyimdir, ya da belki başka bir boyut yada belki hepsi rüyadır. Yok yok böyle rüya olmaz, hele benim gibi bir büyücü böyle bir rüya görür mü hiç? Evet evet bu olsa olsa Karanlıklar Tanrısı Dolar’ın bana kurduğu bir tuzak, bundan eminim…” diye kendi kendine fısıldaşıp mırıldanırken, kulağının dibinde yaşlı bir kadının sesi çınlamış, “Ah beyefendi ah! Siz de mi Dolar’dan mağdur oldunuz? Herkes Dolar’ın yükselmesinden perişan oldu, biz de geçen komşudan almıştık bi 1000 do…” Kadın dertli dertli konuşurken bir de ne görsün? Godosh, faltaşı gibi gözlerle fırlamasın mı yerinden? Sadece fırlasa iyi, o heyecanla öyle bir bağarmış ki, “Neeeee? Dolar yükseldi mi?” diye şöför bile frene basmış, birisinin canını alıyorlar diye. Ama Godosh’un yolcuların gözlerindeki şaşkınlığa bakacak hali yokmuş elbet. O bağırarak devam etmiş sözlerine, “Biliyordum… biliyordum… O Karanlıklar Efendisi’nin yerin altındaki iğrenç evinden yükselip, bizi yok etmeye geleceğini biliyordum.” Sesi acıklı ve korkuluymuş, kötü rüya görüp, çığlık çığlığa uyanan çocuk misali tir tir titriyormuş korkudan.
Velakin ne bilsin minibüs ahalisi Godosh’un halinden, kimi “yazık deliymiş” diye acımış, kimi, “Şöför Bey atın bunu arabadan, manyak mı ne? Saldırmasın bize?” diye çekinmiş zavallıdan, kimi de sinirli sinirli, “Kardeşim bağırmasana, akşam akşam senle mi uğraşçaz? Zaten kafamız çatladı şu saate kadar…” diye veryansın etmiş bizim mahzun büyücüye.
Godosh’ın saçmalıklarına(!) dayanamayan minibüs ahalisinde bir kabadayı tiplemesi daha fazla dayanamayacağını anlayıp bizim mahzun büyücüyü arabadan atmış. Büyücü dönüp küfürler sallasa da öfkeli bakışları görünce hemen susmuş.
Ve o anda aklına ne kadar da aç olduğu gelmiş ve gidip yiyecek bir şeyler aramış. Tam yiyecek bir şeyler ararken Godosh’u bir kameraman tutmuş.Tabii nerden bilsin bizim Godosh kamera nedir, kameraman nedir?
Tam küfürü basacağı sırasında lafı bölünmüş.
“Ben Türkiye’nin en çok sevilen ve seyredilen haber bülteni olan Gösteri TV Ana Haber Bülten’inden Muhabir Erdal Yalçın, canlı yayında bize söylemek istediğiniz bir şey var mı?”
Godosh bakmış olacak gibi değil, basmış küfürü ve gitmiş.
Az ilerledikten sonra vitrininde oynayan resimler olan bir şey görmüş ve pür dikkat dinlemiş(izlemiş).
“Evet, sevgili seyirciler işte bir Türk ve yine sanıyorum delirmiş!”
“Şimdi yanımızda Psikiyatr Prof. Dr. Ali Zeki var. Ve bu kendini büyücü sanan adam hakkında konuşacağız.”
“Size ilk sorum şu olacak sayın Zeki Bu adam bir insan mı?”
Godosh izlemeye devam ediyormuş!
“-Bu da soru mu şimdi? Tabii ki bir insan. Âmâ sanırım geçirmiş olduğu şoklar nedeniyle böyle garip davranıyor olabilir…”
“…”
Godosh gördüklerini de, duyduklarını da anlamamış. Kutunun içinde durmadan kendi görüntüleri çıkıyormuş. Godosh sinirlenmiş ve bir anda atlayarak önündeki camın içinden geçmiş ve kutunun içine dalmış.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi olmuş. Godosh yayın dalgalarının içinden geçerek programın yapıldığı stüdyoya balıklama dalmış. Oradaki herkes gaipten çıkıp gelen bu adama hayretle bakıyormuş. Godosh hemen bir büyü yapmaya koyulmuş ve herkesi örümcek ağları içinde bırakmış. Sizin de fark ettiğiniz gibi, artık büyü yapabildiğini fark etmiş o da. İçerideki her şey örümcek ağıyla kaplanmış ve stüdyo debelenen insanlarla dolmuş.Daha sonra bir büyü daha yapmış ve bütün dilleri anlamaya başlamış. Bu onun iletişim kurması için gerekliymiş çünkü.
Stüdyonun cam kapısını nerdeyse devirerek içeri giren iki mavili adam ceplerinden garip siyah şeyler çıkarmış ve Godosh’a doğrultmuşlar.
“Manyak mısın be! Adalet adına teslim ol!!”
“Hadi ordan aptal! Artık gücüm yerine geldi!!!Kaçıyorum bu iğrenç yerden!!”demiş Godosh ve kendisini evine götürecek büyülü sözlere başlamış…
“DAN!”
Büyü sözleri acı bir çığlıkla kesilmiş, mermi bula bula Godosh’un kaba etini bulmuş ve büyücünün yere yuvarlanmasına neden olmuş. Ani gelen bu acı, büyü ve yorgunluğun verdiği ağırlığı kaldıramamış büyücümüz ve bayılıvermiş oracıkta.
Karabasanlar ve korkulu rüyalar eşliğindeki bu baygınlık hali geçtiğinde, açmış gözlerini tekrar ve beyazlara bürünmüş bir odada bulmuş kendini. Elbette ilk düşündüğü “Neredeyim?” olmuş. Sonra yavaş yavaş olanları hatırlamaya başlamış, büyü yapmaya çalıştığı o anı ve o gürültülü silahın verdiği acıyı. Tabi ki eli ister istemez seyirmiş, merminin sıyırdığı kaba etine ve düşünmüş “İyi görünüyor” diye. Yavaşça kalkmaya yeltenmiş, elbette yarası acıyormuş ama buradan çıkması hatta kaçması gerektiğini düşünüyormuş, nasıl düşünmesin? Üstüne saldırılmış hatta yaralanmış. Ama bir eksik olduğunu fark etmiş aniden, onun için çok büyük önemi olan cüppesi üzerinde yokmuş. Ne yapsın ne etsin bilememiş, sağa bakmış yok, sola bakmış yok, tam o sırada bir kız girmiş içeri, beyazlar içinde, güler yüzlü kız endişeyle gelmiş Godosh’un yanına ve, “Amcacığım yaralısın, hemen ayağa kalkmamalısın, en azından bir iki gün daha yatmalısın.” diye hafif azarlar bir tavırla ikaz etmiş bizim büyücüyü. Ama cüppesi olmadan kendini çıplak hisseden büyücü, dinlememiş bile kızı ve atılmış, “Cüppem… Cüppem nerede?”. Kız güler yüzle cevap vermiş adamın cüppesinin çalınmasından korktuğunu düşünerek, ama nereden bilsin, o cüppenin öyle alelade bir giysisi olmadığını. “Cüppeni emin bir yere koyduk merak etme amca hiçbir şey olmaz”.
Tabi ki, Godosh bu sözlerle sakinleşmemiş, aksine iyice köpürmüş, bir büyücünün cüppesini izni olmadan almak büyük bir kabahatmiş onun dünyasında. “Hemen… hemen getirin onu bana ve size ceza vermemi istemiyorsanız, bunu acele yapın”, kız, “Fesuphanallah” dercesine bir mimikle devam etmiş “Tamam amca sen yat, ben hemen getiriyorum”. Godosh kıza ters ters bakınca kız da “Peki peki” deyip çıkmış odadan ve bir süre sonra elinde, büyücünün değerli cüppesiyle dönmüş. Büyücü kızın elinden çekip almış cüppesini ve hemen giymeye koyulmuş, kız bir şeyler diyecek olmuş ama, bu ihtiyar uğraşılacak gibi değilmiş, O da vazgeçmiş elbet.
Kız tam çıkarken, dışarıda kapının önünde ona ateş eden adamlara benzeyen birini görmüş, adam horul horul uyuyormuş, o kadar ki gürültüsü odadan rahatlıkla duyuluyormuş. Godosh bir büyücü olarak buradan bir büyüyle çıkabilirmiş ama yarası hala acıyormuş ve bu dünyadan çıkabilmek için güce ihtiyacı varmış. Zaten böyle avanak bir gardiyanı varken büyüye niye ihtiyaç duyacakmış ki. Hemen kapıya yönelmiş ve etrafı kontrol etmiş, kimselerin olmadığını görünce fırlamış dışarı. Merdivenlerden elinden geldiği, acısının elverdiği hızla inmiş ve sonunda çıkış kapısına ulaşmış ama tam o sırada yakalanmış büyücü. Kapı bekçisi bir şeyler diyormuş ama, büyüden başka çaresi kalmadığını anlayan büyücü hemen başlamış büyüsüne ve bitirdiğinde, kapı bekçisi uyumaya başlamış. Kendiyle gurur duyan bir edayla çıkmış dışarı.
Hava karanlıkmış, bulutsuz, yıldızlı, temiz ama soğukmuş. Soğukmuş soğuk olmasına ya, Godosh’un cüppesi ne bir gıdım üşütüyormuş büyücüyü ne bir gıdım terletiyormuş. Büyülü cüppenin marifetlerinden biri de buymuş ne rüzgara ne soğuğa, ne kızgın güneşe, ne suya geçit veriyormuş. Büyücü cüppesine sarınmış ve onu evine döndürecek büyüyü yapması için, müsait bir yer bulamak için işe koyulmuş, artık bu insanlara güvenemezmiş, mutlaka sakin bir yer bulmak istiyormuş ama gel gelelim etraf insan doluymuş. Uzun bir yolculuğun ardından hava aydınlanmaya başladığında Godosh ta amacına ermiş, kimsenin olmadığı ağaçlık bir alan bulmuş.
İştahla sözleri söylemeye başlamış, birden ve cüppesinin sihirli ceplerinden bir toz çıkarıp serpmeye başlamış yere. Serptiği yerden sarı ışıklar yükselmiş yukarı doğru ve gittikçe büyüyen ışıklar sonunda bir kapı oluvermiş. Kapının diğer tarafında kendi dünyası varmış, bir adım sonra kurtulacakmış bu acayip dünyadan.
Tam o sırada Godosh için sıra dışı bizler için çok normal bir olay olmuş, yüzüne bir damla su damlamış, sonra bir tane daha ve bir tane daha. Yağmur… yağmur yağmaya başlamış. Godosh birden dona kalmış. Bu, onun için mucizeden daha büyük bir olaymış. Havadan damlayan su taneciklerini, hayranlıkla ve hayretle seyre dalmış, serin sular yüzünden akıyormuş, “Bu ne büyük bir an…” diye düşünmüş, “Belki de ölüyorumdur.” ama hayır ölmüyormuş elbet ve oda bunun farkındaymış. Godosh, o çok değerli, üstünden çıkarmaya korktuğu cüppesini, çıkarmış aceleyle. Damlacıkların İnce iç elbiselerine çarpmasına, üşümesine göz yummuş. Titriyormuş ama soğuktan değil, böyle bir anı yaşamanın verdiği heyecanla titriyormuş. Ama olanlar bu kadarla kalmamış, heyecanını ikiye katlayacak başka bir şey görmüş. Tam yağmur yavaş yavaş dinerken, gökyüzünde ışıklar gözükmüş, rengarenk, bambaşka ışıklar, öyle kendi büyülerindeki yalancı ışıklar gibi değilmiş. Tüm gökyüzünü kaplayan bir gösteriymiş sanki. Adeta âşık olmuş yağmura ve gökkuşağına Godosh, zamanını bilemediği uzun bir zaman orada öylece seyretmiş olanları. Sonra aklı başına geldiğinde kapıya bakmış, artık gitmek için o kadar da can atmıyormuş. İki dünya arasında kalan bir zavallıymış bir yanda kendi dünyası, kendi toprakları, diğer yanda inanılmaz hisler yaşatan bir dünya. Godosh cüppesini almış ve yavaşça giymiş. Seçimini yapmak için sadece birkaç saniye düşünmüş ve kendini hiç bilmediği bir dünyanın, mucizelerle dolu bir dünyanın kucağına bırakıvermiş. Kapı arkasından kapanırken ardına bile bakmadan sakince uzaklaşmış, keşfedilmeyi bekleyen mucizeleri bulmaya.
İşte bu, Mahzun Büyücünün öyküsüdür. Eğer bir gün yağmurun altında, gökyüzünü hayranlıkla seyre dalmış, garip giyimli birisini görürseniz. Bilin ki, O Godosh’tur.
Reşat Nuri Güntekin’ın Eserleri
Roman:
- Harabelerin Çiçeği (1918)
- Gizli El (1920)
- Çalıkuşu (1922)
- Dudaktan Kalbe (1923)
- Damga (1924)
- Akşam Güneşi (1926)
- Bir Kadın Düşmanı (1927)
- Yeşil Gece (1928)
- Acımak (1928)
- Yaprak Dökümü (1930)
- Kızılcık Dalları (1932)
- Gökyüzü (1935)
- Eski Hastalık (1938)
- Ateş Gecesi (1942)
- Değirmen, Miskinler Tekkesi (1946)
- Ripka İfşa Ediyor (1949)
- Kavak Yelleri (1950)
- Kan Davası (1955)
- Boyunduruk (1960)
- Son Sığınak (1961)
Hikaye:
- Gençlik ve Güzellik (1917)
- Recm (1919)
- Roçild (1919)
- Eski Ahbab (1918)
- Sönmüş Yıldızlar (1918)
- Tanrı Misafiri (1927)
- Leyla ile Mecnun (1928)
- Olağan işler (1930)
Tiyatro:
- Gönül veya İnhidam (1916)
- Babur Şah’ın Seccadesi (1919)
- Hançer (1920)
- Asker Dönüşü (1921)
- Eski Rüya (1922)
- Yaprak Dökümü (1923)
- Kır Çiçeği (1924)
- Ümidin Güneşi (1924)
- Gazeteci Düşmanı (1928)
- Şemsiye Hırsızı (1928)
- Bir Köy Hocası (1928)
- Bir Kır Eğlencesi (1931)
- Felaket Karşısında (1931)
- Gözdağı (1931)
- Eski Borç (1931)
- Ümidin Mektebinde (1931)
- İstiklal (1933)
- Vergi Hırsızı (1933)
- Bir Yağmur Gecesi (1941)
- Yol Geçen Hanı (1944)
- Ağlayan Kız (1946)
- Eski Şarkı (1951)
- Hülleci (1953)
- Tanrı Dağı Ziyareti (1954)
- Balıkesir Muhasebecisi (1955)
- Bu Gece Başka Gece (1956)
Diğer Eserleri:
- Anadolu Notları (2Cilt, 1936-1966)
- Fransız Edebiyatı Antolojisi (3 cilt, 1929-1931)
- Üç Asırlık Fransız Edebiyatı (3 cilt, 1932)