KİTABIN ADI Hıçkırık
KİTABIN YAZARI KERİME NADİR
YAYIN EVİ DOĞAN KİTAPÇILIK
SAYFA SAYISI 200
KİTABIN KONUSU:
1910’lu yıllarda geçen, öksüz bir çocuğun evlatlık olarak alındığı evin tek çocuğuna karşı olan, ölesiye aşkı.
KİTABIN ÖZETİ:
Emeklilik yıllarını, evinde sakin bir şekilde geçiren eski askerin dikkatini, bahçesinin önünden her sabah elinde bir tutam leylak, yanında kendisinden oldukça genç, uzun boylu bir hanımla geçen, otuz, otuz beş yaşlarında, uzun boylu, sarışın, üniformasının içerisinde endamla duran bir binbaşı çekmektedir. Genellikle yanındaki hanımla pek konuşmayan binbaşıyı, onun kardeşi olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini aralarındaki yaş farkı ve resmi ilişki de desteklemektedir. Bir sabah yine binbaşının geçtiğini gören emekli yarbay, o gün yalnız olmasını da fırsat bilerek, onun sırrını çözmeye karar verir ve onu takibe koyulur. Hemen arkasından yürümesine rağmen binbaşı onu fark etmemektedir. Binbaşı onu Karaca Ahmet Mezarlığı’na götürür. Etrafı demir parmaklıklarla çevrili mezara girip, mezarın üzerinde duran leylakları tazelemesini izler. Yavaş yavaş olayı çözmektedir ancak bu seferde bu mezarın içinde yatanın kim olduğunu merak etmeye başlar. Dizleri üzerine çöküp, avuçlarıyla toprağı yoğuran, gözyaşlarıyla sulayan binbaşıya dokunabilecek kadar yaklaşır. Samimi bir arkadaşıymış gibi ellerini kederli binbaşını omuzlarına koyar. Binbaşı aniden elektrik çarpmışa döner ve kafasını yaşlı askere doğru çevirir. Yaşlı adam ona bir dost olduğunu ifade etmesine rağmen, kim olduğunu bilmediği bu adama şaşkın şaşkın bakmaya devam eder. Ancak bu emekli yarbay, samimiyetine inandırmayı başarır ve el sıkışıp evin yolunu beraber tutarlar. Binbaşıyı evine davet eder ancak binbaşı daha sonra eşi ile geleceğini söyler ve dediğini de yapar. Zamanla dostlukları ilerler. Bir gün Binbaşı Kenan bu yaşlı dostunu evine davet eder ve altı aylık çocuğundan da bahseder. Bunu duyan yaşlı adam çok şaşırır. Bu şaşkınlığı kızı diye düşündüğü kişinin eşi, mezarını her gün ziyaret ettiği kişinin de çocukluğundan beri sevdiği kişi olduğunu öğrenince, onun hayatının gizemine karşı olan merakı büsbütün artar. Ona hayatını anlatmasını ister. Binbaşı Kenan ise bir hafta sonra dört aylık izninin bittiğini ve gitmeden önce her şeyi, ama her şeyi öğreneceğini söyler. Ertesi hafta dostunu uğurlamaya gider. Binbaşı Kenan dostuna bir paket vererek içinde hayatının sırrının yazdığını ve neden hayatına tek kelime ile “hıçkırık” dediğini anlattığını söyler ve trene biner. Yaşlı adam heyecan içerisinde evine döner ve paketi açar. Paketin içinden bir hatıra defteri ile, üzerinde bir gün öncesinin tarihi yazılmış olan bir mektup bulur. Mektubun içinde, şu an çok bahtiyar olduğu ve onun için üzülmemesi yazılıdır. Emekli yarbay sabaha kadar hatıra defterini büyük bir heyecan içinde okur…
Binbaşı Kenan’ın hatıra defterinde şunlar anlatılmaktadır:
Annesi öldüğünde henüz yedi yaşında bir çocuktur. Babası Susamzade Safi Bey varlıklı bir tüccardır. Annesinin hayatta olduğu dönemde araları çok iyi olan babasından, zamanla uzaklaşmaya başlar. Birgün babası evlenmek istediğini küçük Kenan’a açar. Kenan bunu istemese de kabul etmek zorunda kalır. Yeni annesi Kenan’a ilk günlerde iyi davransa da sonradan gerçek yüzü ortaya çıkar. Sürekli dayak yiyen Kenan’a ev zindan olmaya başlar. Birgün okuluna gelen bir müfettiş Kenan’ın acı durumunu fark eder ve onun başına gelenlerin hepsini öğrenip durumu Muhip Azmi Bey ismindeki yardımsever bir dostuna bildirir. Muhip Azmi Bey küçük Kenan ile konuşur ve onu evlat edinmeyi istediğini söyler. Küçük Kenan kararsızdır. Muhip Azmi Bey Kenan’ın da sonradan üvey babası olduğunu öğrendiği Susamzade Safi Bey’le konuşur. Aslında O da bunu istemektedir. Küçük Kenan artık İstanbul yolcusudur. Uzun bir yolculuktan sonra, Muhip Azmi Bey ve Kenan eve ulaşırlar. Ev halkıyla tanışır ve evin tek çocuğu olan, kendisinden yaşça büyük Nalan ile hemen bahçeye, oyun oynamaya giderler. Artık hayatı değişir, evin bir parçasıdır ve Nalan’dan hiçbir farkı yoktur. Evde tek evlatlık olan Kenan değildir. Otuz yaşlarına girmesine rağmen halen evlenmemiş olan Vesime de bu evde evlatlık olarak büyümüştür. Bütün zamanını Nalan ile geçiren Kenan için hayat artık, yaşamaya değer hale gelmiştir. Nalan, yeşil iri gözlü, çelimsizliğine rağmen oldukça hareketli bir kızdır. Okula gitmemesine rağmen, evde özel ders almaktadır. Kenan da yaşı ilerledikçe derslere başlar. Bazı zamanlar bu iki çocuk, yakınlarda eski ama şirin bir kulübesi bulunan Şeyh Kudsi Efendi’nin yanına gider ve onun neyinden dökülen notaları büyük bir hayranlık içinde dinlerler. Zamanla Kenan’ın içinde Nalan’a karşı normalden daha farklı ve daha şiddetli bazı duygular belirmeye başlar. O’nu sevmektedir hem de ölürcesine! Bu sonuca, zaman zaman baş gösteren kıskançlığından ulaşmaktadır.
Artık ikisi de büyümüştür ancak her şey yolunda gitmemektedir. Nalan zatürre geçirir ve zayıf olan vücut direnci iyice zayıflar. Kenan orta okuldan mezun olur ve öz babası gibi subay olmak için Kuleli Askerî Lisesi’ne girer. Günden güne Nalan’a karşı olan sevgisi büyür ve bu sevgiyle beraber kalbindeki yarada derinleşir. Nalan’a karşı olan sevgiyi ona açamaz ve o da bu sevgiyi çocukluğuna verir ve ciddiye almaz. Hatta yine bir bahar günü, her zamanki gibi, leylak hastası olan Nalan ile Kenan, leylakların arasında dolaşırken, Kenan yine kıskançlığını belli edince Nalan ona şakayla karışık kendisini sevip sevmediğini sorar. Bir an için öldüğünü zanneden Kenan, sevgisini itiraf edecek gücü kendisinde bulamaz ve inkâr edip kardeş olduklarını söyler. Zaman geçtikçe Nalan’ı hastalık pençesi altına almaktadır. Bazen öksürmekten boğulacağını düşünürler. Yine böyle bir günde Nalan yatağını kana bulamıştır. Hemen aile dostları ve bir süredir de doktorları olan İlhami Bey’i çağırırlar. Muayeneden sonra ilaçlar yazılır. Bir kış, Nalan yatağından kalkamadan böyle mutsuz bir şekilde akıp gider. Ancak bahar gelipte leylaklar açtığı zaman, Nalan da ayağa kalkar. Bütün eve bir cümbüş hâkim kılar. Kenan her hafta sonunu Nalan ile geçirebilmek için iple çeker. Yine böyle bir hafta sonu, Nalan’ı her zamanki gibi leylakların arasında bulacağını düşünerek, O’na bir sürpriz yapmak ister. O’na habersizce yaklaşıp leylak yağmuru içerisinde boğacaktır. Ancak ona yaklaşınca yalnız olmadığını anlar. Yanında Doktor İlhami Bey vardır. Doktor İlhami Bey ona evlenme teklif etmektedir. Kenan neye uğradığına şaşırır ama elinden de hiçbir şey gelmez. Hemen Doktor İlhami Bey ve Nalan nişanlanırlar, bir süre sonra da düğünleri olur. Kenan ise hem sevdiği kişinin evliliğine hem de onun kocasıyla birlikte başka bir eve taşınmasına üzülmektedir. Bir süre sonra Nalan’ın bir de küçük kızı olur. Nalan’ın isteğiyle kızının adını Kenan koyar. Kenan aşkını çoktan açıklamıştır. “Nalan’ın ağlattığını Handan güldürsün” der ve kızının ismini “Handan” koyar. Doktor İlhami Bey sık sık işi gereği seyahat eder ve bundan dolayı Nalan için en uygununun Çamlıca’daki baba evinde kalmasının olduğunu düşünür. Nalan eve döndüğü gün bütün evde bir mutluluk rüzgârı eser. Handan da büyür ve ele avuca sığmaz bir hale gelir. “Ağabey” olarak çağırdığı Kenan’ın kucağından inmemektedir.
Kenan artık çoktan Harbiyelidir. Tıpkı küçüklüğünde olduğu gibi Nalan ile leylaklar arasında yürüyerek günlerinin büyük bir kısmını geçirirler. Vesime sürekli Handan’la ilgilendiği için Nalan rahattır ancak O’nun doğumu bünyesini iyice zayıflatmıştır. Günden güne Nalan ile Kenan arasındaki ilişki daha da kuvvetlenir. Hatta bazı geceler Nalan’ın odasında geç vakitlere kadar oturup konuşurlar. Kenan sürekli Nalan’a karşı olan sevgisinin onu ne kadar yıprattığından bahseder ve sevgisine karşılık bekler. Ancak Nalan eşine ve çocuğuna karşı sadık olduğu için ona hiçbir karşılık vermez. Bir gece yine Nalan’ın odasında konuşurken, Kenan Nalan’a karşı yoğun bir izdivaç isteği duyar ve kendisini kontrol edemez. Olay Nalan’ın tokatı ile sonuçlanır ve bu olaydan sonra Kenan ceza aldığını bahane ederek dört ay boyunca okulda kalır ve eve gelmez. Taki Birgün Vesime Kenan’ın okuluna gelip Nalan’ın çok hasta olduğunu ve onun artık eve dönmesini istediğinin söyleyinceye kadar. Artık barışmışlardır.
Kenan artık Harbiye’den mezun olup yakışıklı bir subay olmuştur. Kılıcını kuşanıp, şıngırtılar içerisinde Çamlıca’ya, evine gelir. İlk olarak babası Muhip Azmi Bey’in ellerinden öper. Nalan da onu beklemektedir. Onun da hemen leylak kokulu yumuşacık ellerine sarılır ve doyasıya öper. Artık Kenan’ın gideceği kıta da belli olmuştur. Gideceği yer İstanbul’a çok uzakta olduğu için başta Nalan olmak üzere evdeki herkes üzülür. Artık sadece mektuplarla haberleşeceklerdir. Ancak Nalan Kenan’dan ona kardeşiymiş gibi mektup yazmasını ister ve Kenan’da bunu kabul etmek zorunda kalır. Nalan çok hastadır ve günden güne eriyip gitmektedir ve o da bunun farkındadır. Bundan dolayı Kenan’ı bir daha göremeyeceğinden korkmaktadır.
Kenan artık bir kıta subayıdır. Görev hayatında başarılı ve arkadaşları tarafından sevilen bir insandır. O da hayatından çok memnundur ancak sadece Nalan’ın yokluğunu çok fazla hisseder. Nalan ve babasına her fırsatta mektup yazar. Ancak Birgün hayatının hatasını yapar ve efkârlı olduğu bir günde Nalan’a karşı olan bütün duygularını yazdığı bir kâğıttı farkında olmadan Nalan’a gönderir. Bu hatayı anladıktan sonra üst üste birçok telafi mektubu yazar ama aylarca cevap gelmez. Endişelenmeye başlar ve komutanından izin ister ama seferberlik olduğu için komutanı izin vermez. En sonunda bir telgraf alır: “(D.R.) süvari alayı, sekizinci bölük komutanı Kenan ZİYA Bey’e: Ölüyorum çabuk gel!.. Nalan” Bu telgraftan sonra Kenan komutanına koşar ve ona bu telgrafı gösterip izin ister ve alır. Atına atlar ve on altı günlük uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşır. Ancak bir gece önce Nalan gözlerini hayata yummuştur. Bir an için Kenan da kendisini onunla ölmüş gibi hisseder ve olduğu yere yığılıp kalır. Kendine geldiği zaman ilk işi, Nalan’ın mezarına gidip toprağına kapanmak olur. Eve döndüğü zaman Vesime, o sadık ve iyi kalpli kadın, elinde bir paketle Kenan’ı beklemektedir. Elindeki paketi Nalan’ın ona bıraktığını söyler ve ona uzatır. Kenan paketi heyecan içinde alır ve odasına çekilir. Pakette 18 yaşına girdiği zaman Handan’a verilmesi gerektiğini yazan bir mektup ile Nalan’ın kendi el yazısıyla yazılmış yedi sayfa vardır. Bu kağıtlarda Nalan artık Kenan’a karşı olan aşkını gizlemez ve bütün duygularını döker. Ayrıca Kenan’ın yanlışlıkla gönderdiği kâğıdı kocasının okuduktan sonra yaptığı işkenceler, kızı Handan’ı bu yüzden ölünceye kadar göremediği de yazar. Bu kağıtları okuduktan sonra Kenan iyice yıkılır. Bir süre sonra Doktor İlhami Bey ile salonda karşılaşırlar. Tartışmaya başlarlar ve Kenan her şeyi bütün açıklığıyla anlatır ancak kendisine bir türlü inandıramaz. En sonunda Nalan’ın Kenan’a yazdığı kağıtları gösterir. Doktor İlhami Bey artık pişmandır ama bu pişmanlık Nalan’ın ölümüne çare değildir. Muhip Azmi Bey ile barışır ve Handan’ı da annesinin evine geri getirir. İzni biten Kenan tekrar kıt ’asına döner.
Balkan Harbi biter, Cihan Harbi başlar. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 6 Ekim 1923’te İstanbul’a giren Türk Ordusu arasında Kenan da bulunur. Artık otuz-otuz beş yaşlarında bir subaydır. Eve dönünce herkes onu neşe ile karşılar. Bu arada Handan da içeriye girer ve Kenan’ı şaşkınlık içinde bırakır çünkü o artık 18 yaşında bir genç kızdır daha da ilginç olanı, annesi Nalan’ın bir ikizi olmuştur. Kenan her gün Nalan’ın mezarına gider. Bir süre sonra Handan da ona eşlik etmeye başlar. Annesinin ona bıraktığı mektubu bir süre sonra Kenan’dan almıştır. Yine beraber gittikleri mezardan dönerken Handan annesinin ona bıraktığı mektuptan bahseder. Annesinin kendisinden gerçekten sevdiği birisiyle evlenip, hayatını onun gibi mahvetmemesini istemediğinden ve evleneceği kişinin de sarışın ve uzun boylu bir subay olursa çok bahtiyar olacağını yazdığından bahseder. Daha sonra ekler “Nalan’ın ağlattığını ancak onun kızı güldürebilir!” Kenan şaşırmış ve aynı zamanda da mutlu olmuştur. Handan’ı kollarıyla kavrar ve bir daha da asla bırakmaz.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Ne olursa olsun, insanlar gerçekten sevdiklerini tercih etmelidirler, çünkü bazen tek bir şansları olabilir.
OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Kenan ZİYA: Annesinin ölümüne kadar altın bir çocukluk geçiren Kenan, annesinin ölümünden sonra evlatlık edilinceye kadar zulüm içerisinde yaşamıştır. Nalan’a olan aşkı ömür boyu acı çektirmiş ancak bu acıların dermanını Handan’da bir nebze bulabilmiştir.
Nalan: Evin tek çocuğu olan Nalan, el üstünde büyütülmüş ve her isteği yerine getirilmiştir. Çelimsizliğine rağmen çok hareketli ve neşeli bir çocukluk yaşamıştır. Sadık bir kişiliğe sahip olduğu için, Kenan’a olan aşkını son günlerine kadar içine gömmüştür.
Susamzade Safi Bey: Çalışkan ve varlıklı bir kimse olan Susamzade Safi Bey, annesi hayatta iken Kenan’a öz babasından farksız davranmamıştır. Annesinin ölümünden sonra ise, önce kendisini işlerine vermiş, daha sonra da tekrar evlenerek Kenan’a zindan hayatı yaşatmıştır. Bütün bunlara rağmen Kenan evden ayrılırken birkaç damla gözyaşına hâkim olamamıştır.
Muhip Azmi Bey: Sarışın yeşil gözlü Muhip Azmi Bey, eşinin ölümünden sonra kızı Nalan’a her şeyini adamıştır ve gözünün önünde onun eriyip gitmesi, onu mahvetmiştir. Kenan’ı evlat edinmiş ve onu öz kızından ayırt etmemiştir.
Emekli Yarbay: Bu eski asker, emeklilik yıllarını evinde ve evinin bahçesinde sakin bir şekilde geçiren bir insandır. Cana yakın ve samimi kişiliği sayesinde Binbaşı Kenan ile kısa sürede iyi bir dostluk kurmayı başarmıştır.
Doktor İlhami Bey: Nalan’ın doktoru ve eşi, Handan’ın babasıdır. Evliliğinin ilk günlerinde Nalan’ı el üzerinde tutmasına rağmen, zamanla aksi ve titiz kişiliği su üstüne çıkmıştır.
Vesime: Evlenmeyen Vesime Kenan gibi evlatlık büyümüştür. Bu iyi kalpli insan Nalan’ın son günlerinde sırdaşı olmuş ve her şeyine yardım etmiştir.
Şeyh Kudsi Efendi: Eski ama şirin bir kulübede yaşayan bu iyi kalpli, yaşlı adam, neyi ile Nalan ve Kenan’ın ruhlarını dinlendiren insandır. Neyinin notaları ile onların ruhlarına sevgiyi işlemiştir.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
5 Şubat 1917’de İstanbul’da doğan Kerime Nadir ANZAK, 20 Mart 1984’te öldü. Bebek Saint Joseph Sörler Okulu’nu bitirdi. Ayrıca özel eğitim gördü. İlk şiir ve öyküleri 1937’de Servetifünun-Uyanış ve Yarımay dergilerinde yayımlandı. Kadın kahramanlar üzerine kurduğu duygusal aşk ve serüven romanlarıyla çok okunan bir yazar oldu. Anılarını Romancının Dünyası (1938) adlı kitapta topladı. Başlıca romanları arasında Yeşil Işıklar (1937), Hıçkırık (1938), Seven Ne Yapmaz (1940), Gelinlik Kız(1943), Uykusuz Geceler(1945), Kahkaha(1946), Posta Güvercini(1950), Pervane(1955), Esir Kuş(1957) ve Sonbahar(1958) sayılabilir.
Kerime Nadir’in Eserleri
Roman:
- Yeşil Işıklar (1937)
- Hıçkırık (1938)
- Funda (1941)
- Seven Ne Yapmaz (1941)
- Samanyolu (1941)
- Gelinlik Kız (1943)
- Sonbahar (1943)
- Uykusuz Geceler (1945)
- Aşka Tövbe (1945)
- Kahkaha (1946)
- Ormandan Yapraklar (1948)
- Posta Güvercini (1950)
- Pervane (1955)
- Son Hıçkırık (1956)
- Kırık Hayat (1957)
- Esir Kuş (1957)
- Sonbahar (1958)
- Aşk Bekliyor (1959)
- Gümüşselvi (1960)
- Sisli Hatıralar (1967)
- Dert Bende (1973)
- Zambaklar Açarken (1973)
- Aşk Fısıltıları (1983)