KİTABIN ADI Erikler Çiçek Açtı
KİTABIN YAZARI ESAT MAHMUT KARAKURT
YAYIN EVİ İNKILAP VE AKA YAYIN EVİ
SAYFA SAYISI 204
KİTABIN KONUSU:
Türkiye Genel Kurmaylığı tarafından görevlendirilen bir kurmay binbaşının Hong-Kong’da bir komünist terör örgütüne karşı verdiği mücadele anlatılmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ:
Bardaklardan boşanırcasına yağan yağmurlar içinde bir siyah otomobil hızla gelerek Yeşilköy Hava Alanı’nın yolculara mahsus salonunu önünde durdu. Otomobilden dışarıya bir erkek çıktı. En ağır başlı kadınlar bile yolda geçerken görseler onu, tamamıyla iradelerinin haricinde bütün bir dişilik arzularının bir anda harekete geçerek, oldukları yerde hafifçe sendeleyip sarsıldıklarını hissederler.
Adam uçağına biner. Oturacağı koltuğa gelir. Fakat kendi yerinde bir bayan oturmaktadır. Adam kadından kendi yerine geçmesini ister. Kadın birden kafasını kaldırır. Beyaz tenli, siyah saçlı, mavi gözlü ve gerçektendi çok alımlı bir kadın. Göz göze geldikleri anda bakışlarını birbirlerinden ayıramazlar. Kadın içine düştüğü müşkül durumdan hâlâ kendisini kurtaramaz. Ne kudretli ne tesirli bir bakıştır.
Daha sonra kadın gözlerini çekmeyi başararak ellerini koltuğun iki tarafına koyup kendini yukarı doğru ittirmeye çalışır. Ateş bakışlı meçhul erkek gayet güzel bir İngilizce ile isterse kadının yerinde oturabileceğini söyler.
İlerleyen saatlerde aralarında geçen sohbetlerde genç adamın adının Orhan ve Hong-Kong’a gittiğini, kadınınsa sadece adının Madelena olduğunu öğreniyoruz. Adam kızın hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu fakat Madelena şiddetle buna karşı çıkıyor ve sanki bir şeyler gizlemeye çalışıyordu.
Biraz sonra uçak kuvvetli bir fırtınanın içine girdi ve uçak sallanmaya başlar. Madelena Orhan’dan ellerini avuçlarının arasına alıp sıkmasını ve acıtabildiği kadar acıtmasını istiyor. Çünkü korkuya ve heyecana düştüğü zaman vücudunun yer yer yanmasını ve acımasını duymak istediğini söylüyordu. Büsbütün esrarengizleşmeye ve garipleşmeye başlayan bu güzel kadını düşündükçe şaşırıyor ve tereddüt etmeden sıkıyordu.
Gece saatlerinde uçak Şam’a iner. Sonra içeri giren esmer bir delikanlı uçağın o gece hareket etmeyeceğini şayet fırtına durursa sabahın ilk saatlerinde harekete geçeceklerini ve bütün yolcular için bir hotelde yer ayırdıklarını söyler.
Herkes iner ve uçakta sadece ikisi kalır. Kız inmek istemediğini, üşüdüğünü ve geceyi uçakta geçirmek istediğini söyler. Uçağın hostesi bunun mümkün olmadığını söyler. Madelena bunun üzerine hostesten koltuk değneklerini istedi. Orhan o anda kızın bacaklarının sakat olduğunu anlar. Madelena ayaklarını bir trafik kazasında kaybetmiştir
Madelena’nın sakat olduğunu görünce Orhan kızı kucaklarına alarak dışarı çıkardı. Kız uçakta ufak bir paketinin olduğunu ve aldıktan sonra paketi Orhan’ın kendi çantasına koymasını istedi ve ekleyerek içinde çok güzel pastalar olduğunu, sabah kahvaltısında beraber yiyebileceklerini söyledi. Otele geldiklerinde adam kızı gene kucakladı ve odasına kadar götürdü. Orhan kendi odasına giderken kız kapısını kapamamasını ve duş aldıktan sonra yanına geleceğini söyledi.
Adam odasına gidip bu meçhul kadını düşünürken aradan bayağı bir zaman geçti ve birden kapının aralandığını hisseti. Kadın anadan doğma çıplak sadece üstünde zarif, mavi bir gecelikle içeriye bir rüzgâr gibi süzüldü. Kız adamı arzuladığını söyleyerek geniş kolları ve omuzlarıyla kendini sıkmasını istedi. Adam nerden geldiğini şaşırmış bir vaziyette donup kaldı. Orhan birden kendine geldi ve kadını kolları arasına alarak öpmeye başladı. Kucaklayarak yatağa götürdü.
Orhan sabah erkenden kalkar. İçeriye giren güneş ışıkları altına oturarak hakkında hiç bir şey bilmediği bu meçhul kadını nasıl olupta koynuna aldığına düşünür. Fazla düşünmeye zaman kalmadan kapının önünden gelip geçenlerin hızlı hızlı ayak seslerini duyar. Üzerini giyinmeye zaman kalmadan bir Habeşli kadar esmer adamlar odayı doldurdu. Adamlardan biri zabıta olduklarını ve yanındaki kadının beyaz zehir kaçakçısı olduğunu söyler. İzin verirse el çantasına bakmak istediğini söyler. El çantasını alarak içinden kadının paketini çıkarır . Paketin içinde eroin paketleri vardı. Polisler kadını alır ve götürür. Artık yolculuğu tek başına tamamlayacaktır.
Sabaha karşı uçak Hong-Kong’a iner. Adamı üniformalı genç bir teğmen karşılar. Ayaklarını birbirine vurup ellerini şapkasına kaldırıp sert bir selam verir. Aslında Orhan Bey Türk Genel kurmaylığına bağlı bir binbaşıydı. Birleşmiş Milletler adına Türkiye tarafından Hong-Kong’a gönderilmişti.
Sonra Teğmen Binbaşıyı İngiliz Merkez Komutanlığına götürdü. Orda komisyonun başkanı olan Albay Thomson onu beklemekteydi. Bir İngiliz yüzbaşı ve bir Amerikalı binbaşı daha vardı. Ayrıca birkaç gün sonra bir Kanadalı ve bir de Fransız yarbay komisyona katılacaktı.
Komisyonun görevi Hong-Kong’da faaliyet gösteren bir komünist terör örgütünü yok etmektir. Komünist örgüt Kore’de çarpışan Birleşmiş Milletler Ordularına ait gizli malûmatı Tokyo’dan ziyade Hong-Kong’dan alır. Şans eseri küçük bir Türk birliğini ve Fransız kıt ’asını Tokyo’ya götüren Amerikan bandıralı vapuru, Şanghay önlerinde havaya uçması son anda önlendi. Ayrıca Hong-Kong’dan Tokyo’ya gitmekte olan bir nakliye uçağının ise havada nasıl parçalandığı henüz öğrenilmiş değildi.
Örgüt Dağıtan ve Azerbaycan gibi Türker’in kesif olduğu yerlerde Türklerle beraber yürüyor; Türkler gibi konuşup yazabilen Rus aslından kızıl komünist olup Moskova’da staj görerek Asya’nın çeşitli yerlerine gönderiliyorlar.
Orhan Binbaşı Hong-Kong’da Akdeniz memleketlerine ham deri ihraç eden bir Türk tüccarı olarak bulunuyor ve daima sivil giyiniyordu. Kalacağı yer ise Hong-Kong Palas olarak belirlenmişti.
Binbaşı daha sonra hotele gider. Duşunu alır, tıraşını olur ve yemek, yemek üzere salona iner. Yemeğini yedikten sonra başını kaldırır kaldırmaz lâcivert gözlü esmer ve uzun saçlı bir kadınla göz göze gelir. Orhan Bey hayatında ilk defa bir kadın güzelliği karşısında titrediğini duyar. Hayatında ilk defa bu derece esrarengiz, bu derece manalı bir kadının güzelliği ile karşılaşıyordu. Kadın büyük ihtimal Çinli idi ve yanında kocası da vardı. Yanlarında ise büyük ihtimalle Avrupalı olan biri daha vardı. Orhan Bey kadının adının Çing-Çung olduğunu öğrendi. Kocasıyla beraber ticaret yapıyordu ve Hong-Kong’un neredeyse yarısı onların emrindeydi.
Binbaşı kadına yavaş yavaş yaklaştı ve gözlerine gayet kararlı bir bir şekilde bakarak dans etmek istediğini söyledi. Kadının kocası ilk defa reddetmesine rağmen kadın dans etmek istediğini söyledi. Danstan sonra kadın Binbaşı ’ya kısık bir sesle bir daha karşılaşmak istemediğini ve kendisini bir daha gördüğü taktirde kafasını başka tarafa çevirmesini istedi.
Aradan bir hafta geçer. Kısa boylu bir kız gelerek Orhan Bey’le görüşmek istediğini söyler. Kız Madam Çing-Çung’un nedimelerinden biridir. Kız Madam Çing-Çung’un binbaşıyı güneş doğmadan ‘Erikler Çiçek Açtı’ ayinine davet ettiğini söyler.
Ertesi sabah Binbaşı gün doğmadan Güneş Dağı’na gider. Ayinin başından sonuna kadar kadın Binbaşı ile hiç ilgilenmez ve tek bir kelime bile konuşmaz. Binbaşı tapınağın bir köşesinde donmuş gibi sadece olan biteni izler. Daha sonra kadın geriye döner ve Orhan Bey’e doğru yürümeye başlar. Sadece onun duyabileceği bir sesle üzerini değiştirdikten sonra geleceğini ve beklemesini söyler.
Kadın geldikten sonra sadece Orhan Bey ve kadın ağaçların arasından geçerek bir su birikintisinin yanına gelirler. İkisi birbirine duygularını anlatırlar. Orhan Bey birara kendisini tutamayarak kadını sarar ve öpmeye çalışır fakat kadın birden geriye çekilerek sadece zevkleri için yaşayan kötü huylu bir kadın olarak anımsanmak istemediğini söyler.
Bu arada İngilz Merkez Komutanlığı komünist örgütün liderinin sürekli Çing-Çunglarla gezen Avrupalının olduğunu, Mr ve Mrs Çing-Çung’un da bu örgütün birer üyesi olduğunu ve bir nevi malî işlerle ilgilendiklerini buldular.
Birkaç gün sonra Türkiye’den on kişilik bir subay heyetinin daha geleceği haber alındı. Albay Thomson, Kanadalı, Fransız ve Türk subaylar buradan Tokyo’ya geçeceklerdi. Fakat binecekleri uçağa komünist örgüt tarafından bir bomba yerleştirilir.
Örgüt Birgün gizli bir mağarada toplantı yapar fakat bu mağaranın yeri bilinmemektedir. Bu mağara da yapılan toplantılardan birinde Binbaşının da içinde olduğu uçağa bomba konulacağı tüm örgüt elemanlarına duyurulur. Bunu Madam Çing-Çung da öğrenir. Binbaşının uçağının kalkmasına birkaç saat kala gri spor arabasına binerek binbaşının kaldığı otele gelir. Binbaşı ile yine o ilk buluştukları yere giderler. Binbaşı kadına Tokyo’ya gideceğini söyler. Kadın sanki yeni öğreniyormuş gibi üzüldüğünü ima edercesine bir hal takınır. Fakat adam gitmekte ısrar eder ve arabaya biner. Bu arada kadının gözlerinden yaşlar boşanmaya başlar. Eğer giderse kendisinin de öleceğini söyler.
Artık Binbaşı uçaktadır ve uçak çalışmaya başlar. Pistte yavaş yavaş ilerlerken aniden önüne gri bir spor araba çıkar. Arabanın içindeki kadın uçağın içinde bomba olduğunu söylerken sesi yankılanır. Sonra o kadının Madam Çing-Çung olduğu anlaşılır. Bu arada güzel bir Azerî ağzı ile ‘Allahaısmarladık Orhan Bey, ömrümün sonuna kadar sizi unutmayacağım’ der. Pisten hızla ayrılırken peşine iki tane askeri cip takılır. Daha sonra kadın arabayı denize doğru sürerek araçtan atlamayı son anda başarır. Daha sonra bir çalılığın arasına saklanarak askerler gidene kadar saklanır. Askerler gittikten sonra yerinden çıkarak gitmek için yola çıktığı anda koluna iki tane adam girerek onu gizli üslerine götürürler.
Liderleri kadının kocasına sinirlenir çünkü kadının bombanın patlamasına engel olacağını biliyordu. Kadının suçu ise hem bombaya engel olması hem de örgütün içinde yeni bir örgüt daha kurarak silâh kaçakçılığı yapmak ve bu silâhları Türkmenistan’a yollamak. Bunun üzerine kadın kendisini kendi memleketinden zorla getirdiklerini ve zorla ismini değiştirdiklerini. Yine çalışması için zorlandığını ve damarlarında Türk kanı aktığının kimsenin unutmaması gerektiğini söyler. Silahları şerefli Türk Ordusu için yolladığını ve uçaktakileri gene şerefli Türk subayları oldukları İçin kurtardığını söyler. Bunlara çok sinirlenen liderleri ikisinin de sabah gün doğarken kurşuna dizilmesini emreder.
Bu arada İngiliz Merkez Komutanlığı gizli sığınaklarını bulur ve zamana kaybetmeden sabah erkenden sığınağa baskın düzenleme kararı alınır. Sabaha karşı kadının kocası çoktan vurulmuştur ve gözü kapalı bir şekilde kendi sırasını beklemektedir. Tam o sırada silah patlamaları duyulur. Binbaşı Orhan kendi mangasını arkasına takmış koşarak gelir. Gizli sığınakta ne kadar terörist varsa öldürülür ve kadın kurtarılır.
Aradan bir ay geçer ve kadının mahkemesi sürmektedir. Binbaşı yeni bir göreve gitmek için hazırlıkları başlar. Son bir kere daha albayı görmek için merkez komutanlığına gider. Albay son bir isteği olup olmadığını sorar. Binbaşı ise son bir kere daha kadını görmek istediğini söyler. Kadın bazı işlemler için orda bulunmaktadır. Bunun üzerine albay kabul eder. Binbaşı kadının yanına gittiğinde duyduklarına inanamaz. Çünkü kadın Türk olduğunu, onun da damarlarında Türk kanının dolaştığını söyler. Ayrıca gerçek adının da Neslihan olduğunu söyler.
Binbaşı Türkiye’ye dönmek için uçağına bindiğin de aniden içeriye Albay girer ve yanında da Neslihan vardır. Albay Neslihan’ın bazı hafifletici sebeplerden dolayı suçunun affedildiğini yalnız sınır dışı edilmesi gerektiğini söyler. Sınır dışı edilirken de gitmesi için Binbaşının bindiği uçak seçilmişti. Yolculuklarını beraber tamamladılar.
KİTABIN ANA FİKRİ:
İnsanlar hangi şartlar altında olursa olsunlar kendi vatanlarını kendi milletlerini asla unutmamalı ve kanı kendi bayrağı için akmalı.
OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Binbaşı Orhan: Uzun boylu, yakışıklı ve keskin bakışlı olan Binbaşı Orhan çok akıllı ve zeki olmasına karşın çoğunlukla işlerine duygularını katan birisidir.
Madelena: Bir trafik kazasında bir ayağını kaybeden ve Alışılmadık özelliklerinin yanında meçhul bir kişiliğe sahip olan Madelena uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir kurye kızdır.
Neslihan: İlk önceleri Madam Çing-Çung olarak tanıdığımız Neslihan ,son derece güzel, güzel olduğu kadar da milliyetçi bir kişiliğe sahip. Bu arada kocasıyla birlikte çalışır ve komünist örgütün malî işlerinden sorumludurlar.
Albay Thomson: Emrine verilen subaylarla elinden geldiği kadar ilgilenmeye çalışan bir Amerikan subayı.
Binbaşı Orhan’ın daha tanımadığı bir kadınla işinin ve statüsünün önemini düşünmeden ilişkiye girmesi çok hatalıydı.
Neslihan’ın ise senelerdir Hong-Kong’da yaşaması ve komünist bir örgüt için çalışmasına rağmen Türk olduğunu unutmadan son derece akıllı işler yapmıştır.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Esat Mahmut Karakurt, birbiri ardına yazdığı aşk ve macera konulu romanlarıyla, yaşadığı dönemin en çok okunan yazarlarından biriydi. 1902 İstanbul doğumlu yazarın, iyi bir eğitim aldığını görüyoruz. 1924 yılında Diş Hekimliği Okulunu, 1930 yılında ise Hukuk Fakültesini bitiren yazar, gazetecilik, öğretmenlik, milletvekilliği ve senatörlük görevlerinde bulunduktan sonra, 1977 yılında bir beyin kanaması sonucunda aramızdan ayrıldı.
Esat Mahmut Karakurt’un yazdığı yıllarda, romancılığımızın birkaç koldan ilerlediği görülür. Bir yanda milli edebiyat akımı temsilcilerinin, bir yanda toplumcu çizgideki yazarların ve son olarak aşk/macera temalarını işleyen romancılarımızın art arda eserler verdiği bu dönemde, onun tercihi, cumhuriyet ideolojisine uygun aşk ve macera öyküleri yazmak olmuştu. “Ankara Ekspresi”, yokluklar ve baskılarla dolu bir tarihe denk düşmekle birlikte, romana yansıyan yalnızca, Türklerin “inatçı, cesur, şerefine düşkün bir millet” oluşudur. Alman yetkililerin Türk hükümeti ile ilgili yorumlarıyla da yazar, milli şefe hürmetlerini ve bağlılığını bildirmektedir sanki. Daha birçok sevimsiz ayrıntı bulunabilir, ama popüler romanlardan sızan gerici ideolojilerin apaçıklığı, bu metin ile ilgili diğer motifleri ele almayı gereksiz kılıyor.
“Ankara Ekspresi’ni önemli kılan, onun, eli yüzü düzgün ilk Türk casusluk romanı olmasında. Bilindiği gibi, tarihi Paylaşım savaşı öncesine dek uzanan casusluk romanları, gerçek hüviyetini II. savaş yıllarında Eric Amber’le birlikte bulmuştu. E.M. Karakurt ‘un yazışında o metinlerin ne kadar önemi var bilemiyorum, ama, milli duyguları, macera, aşk ve erotizmi öne çıkarmasına rağmen, -hiç değilse Osman Aysu’da olduğu kadarlık- bir casusluk öyküsü de yansıyor romandan. Metin içindeki erotizm, o dönemler için cesur görünebilir. Ancak, Reşat Enis gibi toplumcu çizgideki yazarların, Peyami Safa gibi milli edebiyatçıların, ya da Kozanoğlu’nun başını çektiği popüler tarihi romancıların daha önce aştıkları bir sınırdadır onun erotizmi.
Esat Mahmut Karakurt’un Eserleri
Roman:
- Vahşi Bir Kız Sevdim (1926)
- Çölde Bir İstanbul Kızı (1926)
- Allahaısmarladık (1936)
- Ölünceye Kadar (1937)
- Son Gece (1938)
- Kadın Severse (1939)
- İlk ve Son (1940)
- Kocamı Aldatacağım (1940)
- Sokaktan Gelen Kadın (1945)
- Ankara Ekspresi (1946)
- Bir Kadın Kayboldu (1948)
- Ömrümün Tek Gecesi (1949)
- Erikler Çiçek Açtı (1952)
- Son Tren (1954)
- Kadın İsterse (1960)
- Dağları Bekleyen Kız (2009)